İlaçların olduğu torbayı aldım. Önde Muhtar, arkada ben, Seyit'in (bugüne değin yüzünü görmedim) evine doğru yürüdük.
İçeri girdiğimizde, ayakta bir kadın, ağlıyordu.
Bir başka kadın, döşeğin başına çökmüş, gözleri döşekte yatanın ölü yüzünde.
Bizim girdiğimizi görünce kalktı.
Muhtara bir şeyler söyledi.
Zazi'ydi bu (Muhtarın ikinci karısı).
Muhtar da ona bir şeyler söyledi. Zazi, öbür kadının (sonra anladım: çocuğun anası) yanına gitti.
Aralarında konuşuyorlar ve ben hiçbir şey anlamıyorum.
(Tanrım ne zaman anlamaya başlayacağım bu insanların dilinden?)
Başucunda bir yağ kandilinin titrek titrek yandığı döşeğe ilerledim.
Yere çömeldim.
Kandilin, soluk, titrek ışığında, uyuduğunu sandığım çocuğun alnına götürdüm elimi.
Ipılıktı çocuğun alnı.
Kaldırmadım elimi. Yitmekte olan bir sıcaklık, avcumdan koluma, yüreğime doğru yayılmaya başlamıştı.
Gözleri kapalıydı çocuğun. Dudakları yarı aralık. Elim, alnından, yüzünü okşayarak ağzına indiğinde fark ettim: solumuyordu yavrum. Bunu görür görmez... irkilmedim, hayır irkilmedim, anlatamayacağım, sözcüklere sığmayan bir duyguya kapıldım. Olduğum yerden kalkmadan başımı çevirdim. Muhtara, Zazi'ye, çocuğun anasına baktım.
Onlar da bana bakıyorlardı.
Ne yapacaktım? Ne yapabilirdim? Ne yapmam gerekiyordu?
O an, bugüne değin birçok ölü gördüğümü (giderek gömdüğümü) ansıdım.
Kimlerin ölüsü?
Yakınlarımın, sevdiklerimin mi? Yabancıların mı?
Bilmiyorum. Belki hepsi. Belki kendimi bile gömdüm. Ama bir çocuk ölüsü, ilk kez görüyordum.
Tutamadım kendimi. Yol boyunca gözpınarlarımda birikmiş olan yaşlar birden boşandı.
Bir çocuk ölüsü önünde, daha soğumamış,soğumasını yavaş yavaş avuçlarımda duyduğum bir çocuk ölüsü önünde tutamadım kendimi.
Çocuğun, yüzünü, boynunu, yarı çıplak bedenini okşuyordum ve ağlıyordum.
Odadakilerden, yalnız çocuğun anasının gözyaşları eşlik ediyordu benimkine.
Ferit Edgü - Hakkâri'de Bir Mevsim